21 Mayıs 2013 Salı

Bizim Saatlerimiz

İkimizin belli saatleri vardı. İkimizin birbirimiz için uyanık olduğu saatler. O saatlerde birbirimizle konuşmaya başladığımız zaman birbirimize saatler harcardık. Toplasak aylar eder. Bende ki etkisi sanki yıllar gibi. Öyle derinki, asla geçmiyor içimden. Kopartamadım. Öldürmek istiyorum ama olmuyor, beni umursamıyor bile.

Her şey gerçekten saf mıydı yoksa biz mi öyle görüyorduk? Ya da bu güzellik bozulmasın diye birbirimize oyun mu oynuyorduk öyle olduğumuza dair? Ya da bize, ikimize hayatımız boyunca sunulan pislikler yüzünden ve battığımız bu pislikler yüzünden kendimizde bunu görmeye muhtaç mı hissettik? Birbirimize mi saklandık?

İnceleme başlasam olanların yarısından fazlası olağan şeylerdi. Ancak bir nokta yakalamıştık. O noktada herşey inanılmaz iyi ve huzurluydu. Derindi, bizi birbirimize bağlıyordu. Orada hissettiklerimize inanılmaz muhtaçtık ve bunu birlikte yaşamaktan sonu gelmeyen bir şekilde haz alıyorduk. Bir daha, bir daha. Defalarca. Bu noktayı bazı insanlar yakalıyor olmalı. Bizim birbirimizi sevdiğimiz gibi seven, sahiplenen diğer bütün insanlar da bu hisleri yakalıyor ve yaşıyordu. Bazıları en azından. Neden Tanrı bizi orada bırakmayı uygun bulmadı bilmiyorum. Neden hayat bizi devamlı oradan çekmeye çalıştı bilmiyorum. Neden insanlar orada bulunmamızdan rahatsız oldular ve bize rahat vermediler bilmiyorum. Hepinize lanet olsun orospu çocukları.

İstediğim an bunları geri alabilirim. Fakat tüm bu pisliğe nasıl dayanılır bilmiyorum. İğrenç bir his. İğrenç bir duygu. Bütünüyle iğrenç.

Ah Tanrım, bıktım artık melodramlardan.

Hiç yorum yok: